Yıllık İzindesin, Biliyorum Ama…

-    Arkadaşım müsait misin? Yıllık izinde olduğunu biliyorum ama…
-    …………………..

Bu tanıdık gelen konuya giriş cümlelerini son yıllarda duymayanımız kaldı mı acaba? Kişisel iddiam şu: en temel operasyonel işlerden, en karmaşık stratejik görevlere dek hangi pozisyonda çalışıyorsanız çalışın; bu cümleyi defalarca duydunuz, duymaya da -maalesef- devam edeceksiniz. Peki ama neden? Neden bir yıllık süre zarfında bize tanınmış olan bu kısıtlı zihinsel, fiziksel ve ruhsal tazelenme zamanlarımız bu kadar taciz ediliyor, deformasyona uğratılıyor ve anlam kaybına uğruyor? Yıllık izinlerimizin sıklıkla kullanılmaya başlandığı dönem olan yaza girişte bu konuda yazmak ve belki de kendi etki alanım ölçeğinde konuya dair farkındalığı beslemek istedim.

Öncelikle "Yıllık İzin" denen kavramın ülkemiz iş kanunlarındaki tanımına kısa bir bakış atalım. 4857 sayılı İş Yasası’nın 53. Maddesi yıllık ücretli izin konusuna iş hukuku açısından net bir düzenleme getirmiştir. Bu temel düzenlemenin yanısıra; konuyla ilgili ihtilaflarda karar verici yasal organ olan iş mahkemelerinin ve Yargıtay’ın emsal teşkil eden kararlarında ise yıllık izin hakkı “Anayasa’nın 50. Maddesi’nde fiziksel ve zihinsel dinlenme hakkı” olarak değerlendiriliyor.

Bu temel yorumların ışığında bildiğim bir şey var ki; bizler yıllık izin denen mefhumun ne amaca hizmet ettiğini sanıyorum bilmiyoruz, anlamıyoruz…. Gelin bu anayasal hakkedişin “hakkını veremeyen” iki tarafa da ayrı ayrı odaklanalım.

İlk olarak yıllık izin kullanan çalışana değinmek istiyorum. Kabul etmeliyim ki; kimi durumlarda kabahatin birazının (ya da belki fazlasının) çalışana ait olduğunu düşünüyorum. Kurumlarındaki çalışma hayatı boyunca tek adam olmaktan “sözde” şikayetçi olmuş; özde ise içten içe bir egosantrik mutluluk yaşayan çalışanlar… Sizden bahsediyorum. Bu timsahı siz yarattınız ve belki de yıllar içerisinde beslemeye de devam ettiniz. Artık timsah seyahat bavullarınıza, evlerinizin salonlarına, yazlıklarınızın teraslarına sığmıyor. Biraz büyüdükten sonra sizden daha fazla yiyecek, daha geniş alanlar talep ediyor. Talebi karşılanmadığında da sizi ısırmaya başlıyor…

Anadolu’nun sanayisi gelişmiş güzide kentlerinden birinde geçtiğimiz yılarda yaşadığım şu anekdotu halen hatırlarım. Liderlik eğitiminin ilk yarısına katılan, öğleden sonra ise izin isteyen bir yönetici, durumu izah ederken dedi ki;

-    Emrah bey, ayrılmam gerekiyor. Çünkü üretim tesisimizde tip değişimi olacakmış (üretimdeki hatlara farklı bir modelin girmesi durumu). Benim de gidip kritik makine ayarlarını değiştirmem gerekiyor. 

Konuyu şaşkınlık içerisinde derinlemesine sorguladığımda ise bu operasyonu kendisinden başka kimsenin yapamadığından bahsettiği an diline yansıyan o şikayetçi ifadeye rağmen gözlerinin ardındaki ışıltıyı görmeliydiniz… 

Benim “Üstün Çalışan” efsanesi dediğim yukarıdaki durumu besleyen bir başka husus da delegasyon zaafları. Kendi sorumlu olduğu görevlerin yıllık izin kullanımı esnasında aksamadan yürümesi için gerekli delegasyonu planlı olarak gerçekleştiren bir iş profesyoneli değilsek; bitmek bilmeyen telefon ve eposta tacizinin de önüne geçmemiz pek mümkün görünmüyor sanırım. Delege edebileceğiniz kişilerin bulunmadığı organizasyonlarda ise; izin kullanımınız boyunca süreçlerin aksamadan yürümesini sağlayacak hazırlıkları öngörülü bir şekilde yapabilmek ise tam bir proaktif davranış örneği olarak hayatımıza yansıyor.

Gelelim işveren/patron/yönetici cephesine. Sevgili karar vericiler, kurum temsilcileri… Çalışanlarınız alabildiğine dolu. Ve haklılar da… İş-Özel yaşam ayrımının 21. Yüzyıl dinamiklerinde gittikçe muğlak bir hale geldiğini hepimiz biliyoruz. Pandemi dönemi ise bu çizgilerin iyice silinmesine sebep oldu.

“Sözde” mesai saatlerinin bitimine, öğlen molalarına planlanan (ya da kâğıt üzerinde planlanmamış olsa bile uzayan) toplantı ve çalışmalar; gittikçe artan iş yükleri nedeniyle uzayan, hafta tatillerine sarkan çalışma süreleri çalışanların fiziksel ve zihinsel sağlığını gittikçe tüketiyor. Koçluk yaptığım bir danışanım, bu durumu tarif ederken “Kendimi çaya batırılan bisküvi gibi hissediyorum. Henüz kırılmadım ama bir yerde parçalanıp düşeceğim. Bunun farkındayım…” şeklinde dramatik bir metafor kullanmıştı. 

Durum böyle kırılgan iken, kendinde sorumluluk gören tüm yöneticilerin, karar vericilerin biraz daha dikkatli ve özenli olmasında fayda yok mu sizce de? Gelişen ve çeşitlenen iletişim kanalları sayesinde tüm çalışanlar çok daha “erişilebilir” durumda. Peki bu durumun getirmiş olduğu rahatlık seviyesi artık “suistimal” derecesine yükselmedi mi sizce de? Bırakın, çalışanlarınız, mesai arkadaşlarınız iş hayatından fiziken, zihnen, ruhen (geçici olarak) uzaklaşma haklarının “hakkını” versinler.

Emin olun, onların yokluğunda kârlılıklarınız tek haneli rakamlara düşmeyecek. İnanın telefona ya da epostaya yanıt vermediklerinde KPI’larınız ıskalanmayacak. Rahat olun, kendilerine ulaşmadığınızda kurumunuz konkordato ilan etmeyecek. Zaten aksi bir durum var ise; o çalışana verdiğiniz yetki ve sorumluluklar başta olmak üzere tüm kurumsal sistemlerinizi yeniden gözden geçirmenizi gerektirecek kadar vahim bir tablo ortada demektir.

Evet, bu son paragrafı biraz abartarak yazdım. Ama şöyle dediğinizi duyar gibiyim:

-    Ne var ki canım, kısacık bir soru sordum, iki satırlık bir eposta yazmasını istedim. Tüm yıllık iznini mi elinden aldım? Tüm keyfini mi kaçırdım. Telefonu kapatsın, epostayı yanıtlasın, devam etsin yıllık iznine…

Dostlar, Adisa Danışmanlık’ta çok sevdiğimiz, sıkça kullandığımız bir söz var. Afro-Amerikalı yazar Maya Angelou’nun şahane bir tespiti: “İnsanlara nasıl hissettirdiğiniz, arkanızda bıraktığınız izinizdir. Öğrendim ki, insanlar sizin ne söylediğinizi ya da ne yaptığınızı unutuyor. Ama onlara nasıl hissettirdiğinizi unutmuyor.”

Evet, o epostaya, o telefona dönüş belki 1 dakika, belki 1 saat. Sorumluluk sahibi hiçbir çalışanın da bunun matematiksel hesabını yapacak hamlıkta olmadığını düşünüyorum. O zaman dilimi unutuluyor gidiyor. Ancak vahim olan, çalışanlarınıza o kısacık zaman diliminde dahi ne hissettirdiğiniz… Angelou’nun ifade ettiği gibi işte bu his unutulmuyor. Kurum ile aramızdaki muhasebe terazisinde bir yerlere atılıyor... 

Kapanışta, yazının başında kullandığım diyaloğu tamamlayarak hepinize çok güzel bir yıllık izin kullanımı diliyorum. Umarım sadece ve sadece yıllık izninize odaklanabildiğiniz bir süreci yaşayabilir, yaşatabilirsiniz…

-    Arkadaşım müsait misin? Yıllık izinde olduğunu biliyorum ama…
-    Tam tersini düşünüyorum. Ya yıllık izinde olduğumu bilmiyorsun ya da yıllık izinin gerçekte “ne” olduğunu bilmiyorsun…

Daha Fazla Daha Az