Sylvester Stallone’nin Rocky filmlerinden birini izlediniz mi? İzleyenler için şu sahne tanıdıktır galiba... Filmin finaline yaklaşırken Rocky önemli bir boks maçına çıkar. Maçın ilk yarısında da tabiri caizse “temiz bir dayak yer.” Ancak yüzü gözü morarsa da kan revan içinde kalsa da Rocky Balboa mutlaka ayağa kalkar ve mücadeleye devam eder. Sonunda da genelde kazanan o olur.
“O bir Hollywood kurgusu, senaryo. Hiç de gerçekçi değil,” dediğinizi duyar gibiyim. O zaman gerçek hayattaki Rocky’lerden bahsedelim. Sosyal hayatta ve iş hayatımda bazı güçlü insanlarla yollarım kesişti. Onlarla tanışıp birlikte zaman geçirince ortak bir özelliklerini fark ettim; başlarına gelen onca kötü olaya, talihsiz hadiseye, güç duruma rağmen bir şekilde yeniden ayağa kalkabildiklerini, mücadeleye devam edebildiklerini gördüm. Sanıyorum sizin de çevrenizde böyle nakavt olmayan türden insanlar vardır… Gerçek hayatın Rocky’leri dediğim bu insanların çok ağır badirelere rağmen yıkılmamalarının sırrı ne olabilir?
Burada galiba kritik soru “Neden?” Neden bazı insanlar boşanma, işsiz kalma, bir sevdiğinin vefatı gibi zorluklarla karşılaştığında darmadağın oluyorken, bazı insanlar ayakta kalıp devam edebiliyor? İnsan psikolojisinin derinliklerine inince işte o “neden” sorusuna karşılık gelecek bir yanıta kavuşuyoruz: Dayanıklılık.
Çalıştığım kurum Adisa’dan kıymetli bir meslektaşım Tuba Gökçe, geçtiğimiz günlerde sosyal mecralarda paylaşılan yazılar için önemli bir ültimatom verdi: “Uzatma, hikâye yazma. 3-4 dakika içerisinde insanların okuyacağı bir metin hazırla!” Tam da bu nedenle ben de madde madde yazıyorum.
Bir iyi, bir de kötü haberim var:
- Önce kötü haber. Dayanıklılık denen kavramın doğuştan ya da erken çocukluktaki deneyimlerimizden ciddi bir biçimde etkileniyor. Yani genetik faktörler, sosyal çevre, yetiştirilme tarzımız vb. unsurlar dayanıklı olup olmamamızı belirliyor.
- Hemen iyi haber de gelsin o zaman. Yukarıda yazdıklarımın dayanıklılığa etkisi olmakla birlikte tüm araştırmalar gösteriyor ki; dayanıklılık denilen kavram da geliştirilebilir bir psikolojik yetkinlik.
Örneğin bazı alışkanlıkları kazanması (ya da bırakması) her insan için eşit derecede kolay olmayabiliyor. Kimi insan çok çabuk başarabiliyor, kimisi de biraz daha fazla çaba sarf etmek durumunda kalıyor. İşte ilk maddedeki “kötü haber” burada devreye giriyor. Bazıları için dayanıklılık daha kolay geliştirilebilen bir kas iken; bazıları için süreç biraz daha sancılı olabiliyor. Ama bir kez bu fikri, yani dayanıklılığın geliştirilebileceği düşüncesini satın alan insan, mevcut dayanıklılığını kesinlikle geliştiriyor.
- Dayanıklılık nasıl geliştiriliyor? Dayanıklılık ancak kişi sınandıkça, zorlandıkça ve güç durumlarla karşılaştıkça gelişiyor. Yani “duygusal dayanıklılığım yüksek” diyen bir bireyin zor durumlarla karşılaşmadan bu iddiasını ya da teorisini test etmesi mümkün olmuyor.
Peki bunu test etmek için illa ki başımıza bir bela, bir musibet mi gelmesi lazım? Ya da dayanıklılığımızı geliştirmek için kendi başımıza durup dururken dert mi açmamız gerekiyor?
Evet, ama kontrollü bir şekilde. Uzmanlar bu kontrollü musibete “konfor alanından çıkmak” adını veriyor. Daha önce denemediğiniz bir şeyi, daha önce denemediğiniz yöntemlerle, daha önce denemediğiniz bir biçimde yapmaya çalışmak, buna açık olmak… İşte size “kontrollü musibet.” Acı gerçek: Konfor alanını terk edip, kendi kendinizi zorlamadıkça dayanıklılık gelişmiyor.
- Dayanıklılık denen kavramı belirleyen pek çok alt boyut var. Hepsi de birbirinden kıymetli ve hakkında konuşmaya değer. Ancak önemli bulduğum 3 etkeni sizinle paylaşmak isterim.
- Gerçeği Olduğu Gibi Kabullenme: “Gerçekçi İyimserlik” olarak da adlandırılabilir. “İçinde bulunduğum durumun gerçeklerini tam manasıyla anlıyor ve kabullenebiliyor muyum? Bu koşullarda bardağın dolu tarafına odaklanıp; oradan güç/motivasyon/enerji yaratabiliyor muyum?” sorusuna verdiğiniz yanıttır gerçekçi iyimserlik. Google’da “Stockdale Paradoksu” yazarak bir arama yaparsanız bu konuyla ilgili çok kıymetli içeriklerle karşılaşabilirsiniz.
- Anlam Arayışı: Çoğu uzman diyor ki; yaşanan zorluklardan anlam çıkarma mekanizması, bu zorlukları aşıp temelleri daha sağlam bir geleceğe yol almayı sağlayan bir köprüdür. Konu derin, bir başka yazının konusu. Ancak Avusturyalı psikiyatrist Viktor E. Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” isimli kitabı muazzam bir referanstır.
- Etki Edebilme İnancı: Hayata karşı pasif duruşun ve kadere sonsuz teslimiyetin aksine; kendi kaynaklarımızın elverdiği ölçüde bir şeyleri değiştirebileceğimize dair inanç besleme kabiliyetimizdir. “Yapacağım da ne olacak?” demek yerine, “Ne kadar fayda sağlar bilemem ama yapmadan; en azından denemeden duramam.” diyebilme bilgeliğidir.
Dayanıklılık denen kavram hem iş hem de sosyal hayatta çok sık karşımıza çıkar oldu. Bugünkü yazımı “Dayanıklılığa Giriş” olarak değerlendirmenizi rica edeceğim. İlerleyen günlerde devamını da getirmeyi çok isterim. Her bir dayanıklılık alt boyutu üzerine ayrı bir yazı oluşturup tartışmaya açmak ve gerçek hayatın Rocky’leri üzerine konuşma fikri bile beni heyecanlandırıyor. Kapanışı Nelson Mandela’nın bir sözü ile yapalım.
“Hayattaki en görkemli zafer hiç düşmemek değil; her düştüğünde yeniden kalkabilmektir.”
Daha Fazla Daha Az