Çok sık karşılaştığımız bu ikilem, belki de yaşamımızı tahminlerimizin çok ötesinde etkiliyor. Bilinçli olarak veya olmadan bazen tercihlerimizi "en iyi" yönünde kullanıyoruz. "En iyi"cilik diye nitelendirebileceğimiz bu yönümüz, bazen birçok fonksiyonunu kullanmayacağımızı bile bile bir cep telefonu satınalma anında, bazen de yok yere ekonomik sıkıntılara katlanarak araba satın aldığımızda karşımıza çıkıyor.
Mantıki bir açıklaması olmayan bu "kullanmadığımız fonksiyonlara bedel ödeme" huyumuzu, "en iyiye sahip olma"nın keyfini alma uğruna çekiyoruz. Bazılarımız en iyicilik konusunu abartıp, her şeyde ve her zaman kaliteyi arayabiliyorlar. Hatta bu öyle bir tutku haline gelebiliyor ki; iyiyi gördükleri an ihtiyaç ortadan kalkıyor, "en iyiye sahip olmak" amaç haline geliyor.
En iyicilik yönümüzü iş yaşamına taşıdığımızda daha bir dikkatli davranmamız gerekiyor. Çünkü bu huyumuzun bedelini yalnızca kendimiz değil, şirketimiz ve bazen de üçüncü taraflarla birlikte ödüyoruz. Dikkat edeceğimiz konuların başında "birlikte çalışacağımız arkadaşların seçimi" geliyor.
Genelde birçoğumuz yeni bir personel almak aşamasında çok ciddi bir hazırlık yapmayız. Hazırlığımız yalnızca işe alınacak kişiye hangi görevleri vereceğimizi belirlememizle sınırlı kalır. Daha sonra adayların her biriyle görüşmeye başladığımızda, "en iyicilik" damarımız kabarır ve bir anda ihtiyaçlarımızı bir yana bırakır; görüştüğümüz adayları en iyiden en kötüye doğru sıralamaya başlarız. Sanki tek sıralama yöntemi buymuş gibi...
Halbuki ‘en iyi’ her zaman, ‘en uygun’dan daha iyi değildir, özellikle de bu durumda... En iyinin sahip olduğu özelliklerden bir bölümü yapacağı işe uygun iken, bazı özellikleri ise gereğinden fazla veya uygun olmayabilir. Cep telefonu örneğinde olduğu gibi; ‘bulunsun, bir gün kullanırım’ dediğimizde o gün bir türlü gelmez nedense.
Unutmayalım ki, bu süreçte aday da bizi değerlendirmektedir. Kendini iyi tanıyan ve iş yaşamında deneyimli olan adaylar hemen durumu kavrarlar. Acil ihtiyaçları yoksa teşekkür edip başka alternatiflere yönelerek bizleri kurtarırlar, hem kendimize hem de şirketimize zarar vermeden. Kendini tanımayan ve/veya acil iş ihtiyacı olan adaylar ise, bu durumdan yararlanmayı tercih edebilirler.
Ve bundan sonra olanlar olur, curcuna başlar...
En iyi, uygun değildir işe, birlikte çalıştığı ekibe. Adaptasyon süreci bir türlü bitmez. Siz seçtiğiniz için, eleştirilerin arkasında durmak zorunda kalırsınız. Belirli bir zaman sonra içinize bir kurt düşer: ‘Olmayacak galiba’. ‘Git demek’ gelmez içinizden, ‘kal demek’ hiç. Beklersiniz, inceldiği yerden kopsun diye. Bazen ayrılık vakti uzun sürer. İşleriniz aksar, ekibin uyumu bozulur, sizin itibarınız yerlerde.
‘En iyi’ sonunda ayrılır, kalırsınız yine ‘en uygunlar’ ile... Ders çıkarmazsanız, tekrar tekrar yaşarsınız aynı acı deneyimi.
En iyisi mi? ‘En uygunu’nu seçmek.
En uygunlar sizi tatmin mi etmiyor? O zaman yapacak tek şey var. ‘En uygun’u yaratan şartları değiştirmek.
Daha Fazla Daha Az