Falcılara inanmadığımı en başta söylemek zorundayım. Ancak öyle bir dönemdeyiz ki, iş yaşamında geleceği tahmin etmek müthiş bir önem taşıyor.
Bugünlerde en kıymetli şey, işlerin ne zaman açılacağını tahmin edebilmek. Bunu başaran firmalar pazara yeni ürün ve yaklaşımlarla atak yapacaklar, pazarlama bütçelerini artırarak doğru yerlere harcayacaklar.
Girişimci yönetim ekibine sahip firmalar şimdiden atak planlarını hazırladılar. Bir tek düğmeye basmaları kaldı. Hatta bazı alanlara yeni tohumlar ekip o alanı hazır halde tutmaya çalışıyorlar. İhtiyatlı yönetim ekipleri ise şu an varsa yoksa verimlilik üzerine hummalı bir şekilde çalışıyorlar. Onlar yakın dönemde pazarda bir açılma beklemiyorlar.
Bu firmalar, gerçek iyileşme verilerini, ön işaretlerini görmeden ve bunun sürekliliğini hissetmeden hücum taktiğine dönmeyecekler. Bu iki farklı strateji, aslında aynı geminin iki farklı kaptanının okyanusa bakış açısını yansıtıyor. Biri fırtına öncesi sessizliği fırsat olarak görürken, diğeri yelkenleri toplayıp sığınacak bir liman arıyor.
Bana birçok yöneticinin sorduğu soruyu sizler sormadan ben yanıtlayayım: Ben de sürdürülebilir büyümenin ne zaman geleceğini bilmiyorum. Hatta kötümser senaryoların söylediği gibi, belki de bu dalgalı seyir normalin ta kendisi de olacak. Kazanan, bu belirsizliğe rağmen pusulasını kaybetmeyenler ve rotasını esnek tutanlar olacak.
Sanat, bu dalgalı denizde dalgaları doğru bir şekilde yakalayarak başarılı bir sörfçü gibi şirketi yönetmek olacak. Ne hayaller kurup şirketi gereksiz inisiyatifler ile sürekli yormak ne de sürekli verimlilik tedbirleriyle işi kısır bir alana sıkıştırarak pazardaki konumunu zafiyete uğratmak.
Önemli olan, bu dalgalı denizde dengeyi bulmaktır. Neyin önemli olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini tespit etmek, lüzumsuz olandan kendini uzakta tutmak.
Sonuçta, en güçlü gemiler bile fırtınada doğru manevra yapmayı bilmezse batar. Önemli olan rüzgarın şiddeti değil, yelkenleri nasıl açtığımızdır.
Daha Fazla Daha Az