Bir arkadaşım ile geçenlerde karşılaştık. Uzun zamandır işsiz olduğunu söyledi. Şaşırdım. Kendisiyle en son görüştüğümde önemli bir şirkette önemli bir pozisyondaydı. Neden ayrıldığını sorduğumda cevabı oldukça kısa oldu: "Dinozormuşum. Farkında değildim. Hem de 45 yaşında. Her dinozorun başına gelen benim başıma da geldi. Kapının önüne koydular".
Sevimli koca yaratıklar olarak bildiğimiz ‘dinozorlar’; iş yaşamında, gelişmelere ayak uyduramamış, çağın gerisinde kalmış veya mevcut durumu korumak isteyen yöneticiler nitelemek için kullanılıyor.
Bu tabirin iş yaşamında kullanılmaya başlaması 90’lı yılların başına kadar uzanıyor. O yıllar aynı zamanda değişim kavramının da gündeme yeni geldiği dönemler. Özellikle gelişmiş ülkelerde dev firmalar mali ve idari açıdan zorluklar yaşamaya başlıyor ve kurtuluş için yeniden yapılanma çabaları içerisine giriyor. GE, Xerox gibi firmalar bu dönemlerde ciddi değişim projeleri başlatan firmaların başında geliyor.
Aynı yıllarda ülkemizde iş yaşamı olağan seyrinde yüksek kar marjları ile çalışıyor. Büyük Holdingler yatırım üstüne yatırım yapıyor ve yatırımlarının karşılığını fazlasıyla geri alıyor. Bu firmalarda genel müdür ve birkaç genel müdür yardımcı dışında karar süreçlerinde yer alan ve şirketlerinin geleceğini etkilen pek fazla yönetici bulunmuyor. Diğer yöneticilerin çoğu 50’li yaşların üzerinde dinozor olarak nitelenen teknolojik ve yönetsel gelişmelere tam olarak ayak uyduramamış kişiler.
Bu yöneticiler kontrol etmeye bayılıyorlar, her işin kendi önlerinden geçmesini istiyorlar ve birçok belgeye imza atarak da varlık nedenlerini kanıtlamaya çalışıyorlar. Delegasyon kitaplarında yazmıyor, üniversite yıllarından sonra -ki bazıları üniversiteye gitmemiş kişiler- kendilerini geliştirmek amacıyla ne bir seminere gitmişler ne de bir kitap okumuşlar. Esasında kendilerini geliştirmemekte pek de haksız sayılmazlar. Çünkü, firmaları yüksek kar marjları ile çalışıyor ve patronları bu yöneticilerden yalnızca şirket menfaatlerini korumalarını ve kollamalarını bekliyor. Güvenilir olmak, sadakat, patronun kurallarının dışına çıkmamak ve çalışanlarını çıkarmamak bu kişilerin yazılı olmayan görevlerinin başında geliyor.
O yıllarda özellikle Batı’dan toplam kalite gibi moda yönetim kavramları ithal edilmeye başlıyor. Bu yaklaşımların ithalinde dinozor yöneticilerin altında çalışan genç, parlak ancak deneyimsiz ve yetkisiz yönetici ve uzmanlar aktif görev alıyor. Bu kişiler Batı’daki bu gelişmeleri mümkün olduğu kadar yakından izlemeye çalışıyor. O zamanlar internet olmadığı için ellerine geçen yabancı kaynakları kutsal birer kitap gibi görüp, neredeyse her cümlesini hatmediyorlar. Bu kişiler arasında şanslı olanlar, patronlarından ve dinozor yöneticilerden destek almasalar dahi uygulama yapma izinlerini bir şekilde koparıyorlar. Ancak uygulamaları genelde dar ve sonuç üretmeyen girişimler düzeyinde kalıyor ve saman alevi gibi bir anda parlayıp sönüyor.
Bu arada küreselleşme bu genç ve idealist yönetici ve uzmanların imdadına yetişiyor. Ekonomik krizler, gümrük birliği derken şirketlerimiz eski ‘tatlı karları’ elde edemez noktaya geliyor ve ülkemizin neredeyse tüm kuruluşlarında yönetici kadrolarında ciddi görev değişiklikleri görülmeye başlıyor. Dinozor olarak nitelenen yöneticilerin yerini yeni nesil yöneticiler nitelediğim genç yöneticiler yönetim kadrolarına geçiyor. Patronlar yıllar önce pek de itibar etmediği bu iyi eğitim görmüş, yabancı dil bilen dünyadaki gelişmeleri takip eden genç yeni nesil yöneticileri, tekrar eski günleri geri getirecek kahramanlar gibi görüyor.
Yeni nesil yöneticiler de çok hırslılar ve gaza gelmeye de oldukça müsaitler. Uzun çabalar sonucunda, 40’lı yaşların başında şirketlerin en kritik pozisyonlarında görevlendiriliyorlar. Hemen kollar sıvanıyor; organizasyon yapıları, iş yapış biçimleri gözden geçiriliyor, uzun vadeli planlar hazırlanıyor.
Tam o sırada 2001 krizi patlak veriyor. Bir anda birçok firma 90’lı yıllardaki konumunu arar bir duruma düşüyor. Bir anda masraflar kısılıyor, yatırımlar durduruluyor, sinirler geriliyor. En önemlisi patronların tolerans ve sabır sınırı daralıyor. Yeni nesil yöneticiler hem tecrübe eksikliğinden hem de bir yanda patron diğer yanda piyasa baskısından zorlanmaya başlıyor.
Yıllar geçiyor ve günümüze geliyoruz. Geri dönüp son iki yıla baktığımızda yeni nesil yöneticilerin bazılarının gemilerini fırtınalı denizde batırmadan bir limana ulaştırmayı başardığını, bazılarının ise başarılı olmadığını görüyoruz.
Böyle dönemlerde umduğunu bulamamış patronların çözüm olarak akıllarına ilk gelen gemi kaptanlarını değiştirmek. Tıpkı ilk dönem dinozor yöneticilerin başına geldiği gibi. Ancak bazı farklılıklarla. Arkadaşım gibi yeni dinozorlar, daha genç, daha yetkin daha hazırlıksızlar. Hem maddi hem de manevi açıdan. Sayıları hiç de az değil. Çoğu, uzun süre iş bulamıyorlar. Onurları kırılmış, kendilerine haksızlık yapıldığını düşünüyorlar. Bazıları iş yaşamından soğumuşlar. Farklı arayışlara girmişler. Birikimi olanlar, kariyerlerini bir yana bırakıp başka işlerle uğraşmaya başlıyorlar. Restoran işletiyorlar, otel işletiyorlar.
Genç dinozorların yerine, daha genç daha iddialı yöneticiler geliyor. Patronların yeni gözdelerinden beklentileri daha yüksek. Şimdilik alan memnun, satan memnun. Yarın ne olacak kim bilir? Galiba olan şirketlere oluyor. Şirketi yaşayan bir organizma olarak düşündüğümüzde, bu kadar yönetici değiştirerek başarıya ulaşmak neredeyse imkansız.
Kolay olan değiştirmek, yenisini getirmek. Zor olan gerçek sorunlarla yüzleşmek, ve bu sorunların üzerine gitmek. Sürekli birinci olmaya alışmış patronlar için orta sıralara düşmek pek motive edici olmadığının farkındayım. Ancak sabretmek ve beklentileri makul düzeye çekmekten başka bir seçenek olmadığını düşünüyorum.
Doğru yöneticiyi bulmak galiba ilk adım.
Daha Fazla Daha Az