Yazılarımı sürekli takip eden bir arkadaşım geçenlerde beni aradı.
“Bunu da yaz. Umarım birçok kişi bu yazıyı okur da bir şeyler değişir. İnsan başına gelince daha iyi anlıyor” diye söze girdi.
Ardından devam etti: “Çok sinirliyim, çok öfkeliyim. Hele bir işe gireyim, bana yapılan bu muameleyi asla hiç kimseye yapmayacağım, yaptırmayacağım”.
Ve sonra başından geçenleri bana uzun uzun anlattı.
Arkadaşımın başına gelenler, belki iş arayan birçok kişinin ortak derdi. İster Genel Müdür olun isterse de Operatör -ki arkadaşım Genel Müdürlük pozisyonuna yönelik iş arıyor- bir iş başvurusu yaptığımızda ve tüm aşamaların sonunda o iş için uygun bulunmadığınızda “neden seçilmediğinize” yönelik en ufak bir geribildirim alamıyorsunuz. Seçicilerden yalnızca “Teşekkür ederiz, sizi veri tabanımıza aldık, ilk ihtiyacımızda size geri döneceğiz” repliğini duyuyor, ancak neden seçilmediğiniz konusundaki bulmacayı tek başınıza çözmek zorunda kalıyorsunuz.
Maalesef bu bulmaca öyle kolay çözülebilecek türden değil. Dünyaca ünlü felsefeciler bile kendini tanımak, güçlü ve gelişmeye açık yönlerini keşfetmek için uzun yıllar harcıyor. Böyle bir konuda bizler gibi standart insanlardan tek başına sağlıklı bir öz değerlendirme yapmamızın beklenmesi pek bir hayalcilik oluyor.
Belki bugün için işe alım yapma konumunda olanlar (Dikkat! Yarının ne göstereceği hiç belli olmaz) şöyle diyebilirler:
“Bana ne? Bu iş yoğunluğunda bir de görüştüğümüz adaylara geri dönüp onları neden işe almadığımızı mı söyleyeceğiz? Hem geribildirim verdik diyelim, aday söylediklerimize itiraz ederse ne olacak? Buna vakit mi dayanır?”
Ancak unutmayalım, herkes aynı geminin içinde. İstihdam piyasası dediğiniz siz, biz, onlar. Dönüp dolaşıp aynı kişiler birbirinin önüne geliyor. Sonuçta, geri bildirim yoksunluğunun yaşandığı bu piyasada hiç kimsenin işi çözülmüyor ve hiç kimse halinden mutlu olmuyor.
Konuya iş arayanlar tarafından bakarsanız; ret cevabının ardındaki belirsizlik tüm gelişme fırsatlarının önünü kapatıyor. Bu kişiler aslında geliştirmesi gereken yönleri yerine “okulumu beğenmedi, sorun kesin yabancı dilimin olmaması, bayan olduğum için seçilmedim, askerlik yapsaydım böyle olmazdı” gibi jenerik dış nedenler ile sonucu ilişkilendiriyor ve gerçek anlamda kendisini geliştirmesi gereken konulara eğilemiyor.
Personel arayanlar tarafından da durum hiç iç açıcı değil. Bazı pozisyonlar aylarca doldurulamıyor. Dost sohbetlerinde “Kardeşim o kadar açık pozisyon var, bir türlü dolduramıyoruz. Bir de bu memlekette işsizlik var deniyor. Nasıl olmasın? Biz bir santral operatörünü dahi bir ayda bulamadık” geyiği yapılıyor.
Durum her iki tarafı da eylemsizliğe itince, tarafları çözüme itmek yine devlete kalıyor. Nasıl istihdam büroları ve benzeri konularda bazı standartlar getirildiyse, bu konuda da personel arayışı içindeki kurum ve kuruluşlara, “görüştüğünüz her adaya şu kadar zaman sonra kararınızın nedenlerini ortaya koyan kısa bir bilgi notu geri dönün” denmesi gerekiyor. Bu, iş görüşmesi süreçlerine ek bir iş yaratacak gibi görünse de işin sosyal sorumluluk tarafı ve adayların doğru yönlerini geliştirmesi düşünüldüğünde bu külfete katlanmak anlamlı oluyor.
Hem bir de unutmayalım, televizyonlarda yayınlanan çoğumuzun küçümsediği ve çokça eleştirdiği yetenek yarışmaları bile katılımcılara öyle veya böyle bir geribildirimde bulunuyor. Bu yarışmadaki katılımcılar bir sonraki hafta eleştirilen yönünü geliştirme adına çok şey yapabiliyor. Hatta bazen yarışmanın ilk aşamalarında en çok eleştirilen katılımcılar, en hızlı gelişmeyi göstererek yarışmanın sonunda birinci dahi olabiliyor.
Bu yarışmalardaki jüriler ile kurum ve kuruluşlarımızda görev yapan işe alım uzmanlarımızı karşılaştırdığımızda, uzmanlarımızın “geri bildirim verme işini” çok daha iyi yapabileceğini söyleyebiliriz, söylemeliyiz.
Yeter ki, kurum ve kuruluşlarımız istesin...
Daha Fazla Daha Az