Nerede Eşitlik? Nerede Adalet?

İş yaşamında, böylesine tartışmaya açık bir konuya giriş yapmadan önce, biraz sözlükleri karıştıralım.

“Eşitlik” kavramı olanaklardan yararlanma açısından çalışanlar arasında ayırım yapılmamasını vurgularken; kardeş kavram “adalet” ise her çalışana uygun düşeni, hakkı olanı verme anlamına geliyor. Bu iki kavram birbirine karıştırıldığında -yani adil olmanın gerektiği yerde eşitlik gündeme geldiğinde ya da tam tersi yapıldığında- işler iyice sarpa sarıyor ve şirketler pirincin taşını ayıklıyor.

Hem eşitsizliğin hem de adil olmayan uygulamaların kol gezdiği bir ortamlarda ise güvenden bahsetmek abesle iştigal oluyor.

Batı’daki modern organizasyonlara baktığımızda, onların eşitlik konusunu çözmüş olduğunu görüyoruz. Şimdilerde daha çok adil olmanın yollarını arıyorlar. Tabii ki bu durum organizasyonların ekonomik konumlarından kaynaklansa da esas olanın yönetim mantalitesi olduğunu gözardı etmemeliyiz. Sonuçta unutmamalıyız ki, mantaliteyi kafamızda oturttuktan sonra bu iki kavram da dar bütçelerle rahatlıkla uygulanabilir.

Bu firmaları incelediğimiz zaman yemek, fiziksel çalışma ortamı, ulaşım, fazla mesai uygulamaları, seyahat masrafları, sağlık sigorta kapsamları, şahsın kullanımına verilen otomobil, bilgisayar gibi araçların özellikleri gibi konularda “eşitlik” sağlanmış durumda

Bu yüzden de bu firmaların çalışanları arasında “onda var bende neden yok” tartışmaları çıkmıyor. Ve böylelikle de ne yöneticiler ne de insan kaynakları profesyonelleri zamanlarının önemli bir bölümünü kuralı belli olmayan veya belli olsa bile çalışanların “uyanıklık” seviyesine bağlı olarak değişkenlik gösteren hususlarda “sen dur, sen geç” polisliğine soyunmuyorlar.

Bu konuyu halletmiş organizasyonlarda adalet kavramı çalışanların performansıyla ilişkili ve bireysel başarının takdir edilmesi gereken konularda eşitliğin önüne geçiyor. Bu bir tercih değil, aslında çalışan motivasyonunun gerektirdiği bir zorunluluk. Özellikle prim verirken, şirket içi atamalar yaparken, ek sorumluluklar dağıtırken “adil olmak” çok ama çok önemli bir konu olarak değerlendiriliyor.

Ülkemizdeki durum ise oldukça farklı. Bizler sanki kavramları Batı’ya göre tam ters bir şekilde yorumluyor ve uyguluyoruz. Özellikle yöneticilerimizi birçok konuda çalışanlara göre daha “eşit” görüyoruz. Yönetici yemekhaneleri, yönetici odaları, yönetici arabaları ile bu eşitliğin altını çiziyoruz.

Aslına bakarsanız bu durumdan pek bir kimse de şikayetçi değil. Aksine bu tezat durum herkes tarafından oldukça kanıksanmış durumda. Birçok çalışan yöneticilere sağlanan bu özel haklara pek ses çıkarmıyor hatta bu ayrıcalıkları doğal karşılıyor. Neden derseniz, herkesin gözü aslında bu haklarda. Bu yüzden de herkes yönetici olup “yırtmak” ve bu haklara ulaşmak arzusuyla ile yanıp tutuşuyor.

İlginçtir, yurt dışından gelen yabancı yöneticiler dahi “adalet-eşitlik” anlayışımıza çok geçmeden kolayca adapte oluyorlar. Ülkesinde daracık odalarda çalışan, işine metro ile giden bu yöneticiler ülkemizde “kralvari” yaşam standartlarına ulaşmaları ardından her fırsatta “raki güzel- balik guzel” nakaratı ile burada olmaktan ne kadar mutlu olduklarını ballandıra ballandıra anlatmaya başlıyorlar.

Eşitlik konusunda karşılaştığımız tezatları tabii ki yalnızca yönetici-çalışan ayrımında yaşamıyoruz. Çoğu firmamızda da “fonksiyonel eşitsizlik”lere tosluyoruz. Satış-Pazarlama birimleri misafirleri kadar kendilerini de güzel bir şekilde ağırlarken, mali grup çalışma koşullarında diğer bölümlere göre daha bir şanslı, insan kaynakları eğitim almakta daha bir avantajlı, IT departmanının bilgisayarları daha bir son model...

Adalet duygumuz daha çok performans değerlendirme yaparken hortluyor. Aman “ekmeği ile oynamayayım, siciline kötü not düşmesin” duygusallığı bizi hep eşitliğe zorluyor. Çalışan ile çalışmayan bu noktada aynı kefeye konuyor.

Sona doğru gelirken sosyal devlet kavramında ön plana çıkan temel değerlerden birini hatırlayalım: Adalet mülkün temeli

İş yaşamında ise “bağlığın”, temel olduğunu unutmayalım. Eşitlik uğruna “başarılı olanı”, fark yaratacağım diye “hakkı verilmeyeni” elimizden kaçırmayalım.

Daha Fazla Daha Az